Gelişmiş Olgun İnsan
Sağlıklı aile düzeni, ailenin gereksinmelerini doğal olarak karşılar ve her bir aile üyesi, o aileye ait olmaktan mutludur. Sağlıksız aile düzeninde gereksinmeler karşılanamaz ve aile üyeleri, mutsuz ve doyumsuz oldukları halde bu hastalıklı durumu devam ettirebilmek için çaba gösterirler. Hiç kimse ‘Ben sağlıksız aile düzeni kurmak isterim’ demez. Herkes kendi düzenini sağlıklı, diğerini sağlıksız görür.
Sağlıklı aile düzeninde aile üyelerinin hepsi görev ve sorumluluklarını doğal olarak yerine getirirler, aralarında olumlu duygusal bağlar vardır ve kişiler bağımsız oldukları halde birbirlerine isteyerek ve zevkle yardım ederler. Sağlıklı aile düzeni içinde, ana baba dahil herkes bilinçlenme yönünden ve duygusal yönden sürekli bir gelişim içindedir.
Sağlıklı aile kendi üyelerini değerli bulur ve aile üyeleri benlik değerlerini olumlu yönde geliştirir. Aile, toplumla ilişkisini dengelemiştir; ne toplumdan kopar ne de toplumun baskısına tümüyle boyun eğer. Kısacası sağlıklı aile, insanların psikososyal yönden olgunlaşmasını temin eden temel sosyal bağlamı oluşturur. Aile toplumun beklentilerini sürekli en ön planda tutacağı yerde çocuğun sağlıklı gelişmesi için gerekli olanı yapmakla toplumun beklentilerini karşılama arasında bir denge kurmaya özenir. Toplum, çocuğun ana babaya koşulsuz itaat etmesini bekler. Sağlıklı ana baba, çocukların gelişebilmesi için onların kendi fikirlerini söyleyebileceği, söyledikleri fikirleri savunabilecekleri bir aile ortamı geliştirir.
Örneğin, haftalık aile toplantılarında çocuğa kendi düşüncesini söyleme ve savunma hakkı verilir ve herkes buna saygı gösterir. Ama daha geniş toplantılarda ve misafir geldiğinde öncelikle gelen misafirlerin, yaşlıların konuşmaları önem kazanır. Çocuklara bu beklenti önceden söylenerek onların toplumun gerçeğiyle temasa geçmesi, topluma hazırlanması sağlanır.
İnsan, deneyimleri sonucu olgunlaşır. Olgun insan, gelişme sürecini doğal aşamaları içinde gerçekleştir ve şu özellikleri kazanır:
1)Olgun bir insan, kendini diğerlerinden ayıran sınırların farkındadır ve kendi benliğinin sınırlarını korumakta duyarlılık gösterir. Bu tür insan, kendi ailesiyle iyi ilişkiler içindedir ve sürekli yardımlaşma davranışı gösterir, ancak başkalarının kendisini kullanmasına, kendi isteği dışında kararlar alıp onu yönlendirmesine izin vermez. Bir başka deyişle, olgun insan kendi istemi içinde yaşamına yön verir.
Sağlıksız ailede, çocuğun kendine özgü bir benlik geliştirmesine izin verilmez. Aile içinde otoriteyi elinde tutan kişi, çocuğun bağımsız benlik geliştirmesine karşıdır; herkesin boyun eğmesi, itaat etmesi istenir. Davranışlarını otoritenin istediği yönde düzeltmeyenler, değişik yollardan cezalandırılır. Çocuk, kabul edilmek ve onaylanmak ister; eğer aile ortamı ona kendi benliğini tanımlama özgürlüğü veriyorsa, sağlıklı bir biçimde olgunlaşma yolunda gelişir. Aile ortamı çocuğa kendi benliğini tanımlama olanağını vermiyorsa, o zaman, ailenin istediği yönde bağımlı bir kişi olarak gelişir; psikolojik ve sosyal olgunlaşması dumura uğrar.
2)Olgun insanın ikinci özelliği kendini değerli bulmasıdır; onun, kendine saygısı vardır ve kendini olduğu gibi kabul eder. Kendine saygı duymanın ve kendini değerli bulmanın çekirdeği aile içinde atılır. Çocuğu olduğu gibi kabul eden, onu destekleyip yüreklendiren aile üyeleri, çocuğun özbenlik değerinin tohumlarını ekmiş olur.
3)Olgun insanın üçüncü özelliği beden, zihin ve manevi yaşam arasında denge kurmuş olmasıdır. Sırf bedensel görünüme önem veren ya da sadece düşünsel (entelektüel) faaliyetlerde doyum arayan kişiler, kendi çocukluklarında, içinde yetiştikleri aile içinde bedensel ya da entelektüel yönde uyarılmışlar, diğer yönleri geliştirilmemiştir. Aile sağlıklı ise, çocuk her yönünü geliştirmeye kendiliğinden yönelir. Beden ve zihin gelişiminin yanı sıra çocuğun manevi yaşamının temellerini atma da önemlidir. Çocuğun algılama düzeyine uygun, onun anlayabileceği kavramlar içinde, bedenle, zihinle, doğayla ve evrenle ilgili soruları yanıtlandırılarak, zaman içinde dengeli bir dünya görüşü geliştirmesi sağlanır.
4)Olgun insanın dördüncü özelliği şöyle ifade edilebilir: Olgun insan, heyecan ve duygularını tanır ve onların gerçekçi bir biçimde ifade edilmesine olanak sağlar. Duygular, yaşamın en önemli enerjisini bir kapsül gibi içlerinde tutarlar. İfade olanağı verilmezse, enerji kapsül içinde sıkışır ve duygu ile beslenemeyen kişi gelişemez. Duygularımız ve heyecanlarımız iç ve dış dünya ilişkisinin daha etkili olmasını sağlar. Örneğin kızgınlık kişinin benlik sınırlarını ve onurunu korumasına olanak verir. Ama bu olanağı kullanmasına otorite izin vermez. Çünkü çocuğunun benlik sınırlarının olmasını istemez.
Korku, tehlikeli durumlardan sakınmamıza yol açar. Bu demektir ki, hiç korkmayan insanın ömrü de kısa olur. Kendisini tehlikelerden korumasını bilemeyen kişi, mezarlıktaki adresine erken kavuşur. Diğer yandan, yeni bir aşamanın başlayabilmesi için, bir devrenin kapanıp bitmesi gerekir; işte hüzün, ayrılma zamanı gelmiş herhangi bir şey ya da kişiyi simgeler. Suçluluk, vicdan duygusunu oluşturmamıza yol açarken, mahcubiyet, kendi sınırlarımızı bilmemiz gerektiğini, gücümüzün sınırlarını öğretir. Sevinç, mutluluk, huzur duyguları her şeyin yolunda olduğunu, iç ve dış dünya ile ilişkilerimizin uyum içinde olduğunu gösterir. Gelişmiş olgun insan duygularına önem verir, onları dikkatle gözler ve duygularının kendisine söylediği mesajları anlamaya çalışır. Ayrıca, gelişmiş olgun insanın, ana baba olarak, çocuklarının duyguları hakkında içgörü kazanmasına önem verir. Gelişmiş olgun insanı yetişkin çocuktan ayıran en belirgin özelliklerinden biri, duygu ve heyecanlarını tanıması ve onlara gereken önemi vermesi ya da vermemesidir. Böyle olunca geliştiren ana baba, çocuklarının duygu ve heyecanlarını tanımalarına önem verir.
Ailenin temeli karı koca arasındaki ilişkidir. Karı koca arasındaki ilişki sağlıklı ve bilinçliyse, o aile, çocukların gelişmesi için sağlıklı bir sosyal ortam oluşturur. Sağlıklı ilişki, iki kişinin bilinçli olarak düşünüp taşınıp, sorumluluk içinde aldığı karara dayanır. İlişkileri sağlıklı olan bireyler, birbirlerini değerli ve onurlu görürler. Ayrıca birbirlerini olduğu gibi kabul eder, değiştirmeye çalışmazlar. Kendilerinin ve karşıdakinin sınırlarının bilincinde olarak sürekli etkileşim ve dayanışma içindedirler; olgun insanlardır.
Sağlıklı evlilikte karı koca arasındaki ilişkinin özellikleri arasında yukarıda saydıklarıma ek olarak şunları da eklemek gerekir: Doğru bildiklerini söylemekte ısrar ederler ve gerçekçi olmaya özen gösterirler, Ayrıca, manevi yaşamı zenginleştirmeyi, kendi bencil sınırları içine kapanıp kalmaya üstün tutarlar.
Güven duygusu gelişmemiş insan değişik tutkunluklar geliştirir. Bu tutkunluklardan biri de, hiçbir şeyi atamama, eline geçen her şeyi biriktirmedir. Böylece, kendi iç dünyasındaki güvensizliği, dış dünyada biriktirdiği nesnelerle karşılamaya çalışır. Tanıdığı, kullandığı nesneleri biriktirerek, içinde bulamadığı emniyet, güven ve huzur duygularını elde etmeye çabalar.
Ağlamak hüzün duygusunun bir ifadesi olabildiği gibi, özlem duygusunun bir ifadesi de olabilir. Bazen kişinin çaresizlik duygusunun ya da kendine acıma duygusunun bir ifadesi de olabilir. Bunun gibi daha birçok duygunun ifadesi olabilir. Duyguların ifade edilmesi önemlidir, sağlıklı olmanın işaretidir. ‘Duyguların kendisi sağlıklı bir yapıya uygun mu, değil mi?’ diye sorulabilir. Örneğin, sürekli çaresizlik duyan ya da kendine acıyan biri sürekli ağlıyorsa, ortada sağlıksız bir durum var demektir. Ama o duygular var olduğu sürece ağlayarak bu duyguları göstermesi doğaldır.
İnsan duygularından utanmalı mı? Sağlıksız ailenin yaptığı maalesef bu. Çocuk duygu ve heyecanlarını ifade ettiği zaman sürekli utanca boğulmuş ve iç dünyasıyla ilişkisini kesmeye itilmiştir.
Günümüzde medya ve giyim-kozmetik sanayinin etkisiyle olacak, iç güzellikten ziyade dış güzellik birinci planda. Bu da insanların bedenlerinin görünüşlerine daha fazla önem vermelerine yol açıyor. Ufak tefek bedensel kusurlar büyütülüyor, önemli ayıplar haline getiriliyor. Sağlıksız aile çocuğu utanca boğar, böylece kalıplanmış insanlar yetişerek, ailenin sağlıksız düzenini sürdürürler, kuşaktan kuşağa aktarırlar. Medya ve giyim-kozmetik sanayii, utanca boğulmuş insanların bu psikolojik durumundan faydalanarak para kazanmaya bakar. Gelişmiş insanların çoğunlukta olduğu sağlıklı bir toplumda, medya bu kadar etkili olamaz. Medya pek sağlıklı bir toplum istemez. Sağlıklı toplumda medya insanları istediği yönde o kadar etkileyemez. Toplumu sağlıklı kılacak yönde girişimleri medya ve giyim -kozmetik sanayii bir anlamda kösteklemek isteyebilir. Sağlığa önem veren insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda, medya sağlık konularını işler. Sağlık konuları yayınlandığında daha çok izleyici bulur. Bu konular daha çok izleyici bulduğu için, sağlığı konu eden programların sayısı artar. Yani medya toplumu etkilediği gibi, toplum da medyayı yönlendirmektedir.
Kendini sürekli dış ilişkileri ile tanımlayan kişi, yalnızlıktan nefret eder. Yalnızken kim olduğunu bilemez. Çevresinde sürekli kendini bilen, tanıyan insanların olmasını ister. Kendi iç dünyasıyla ilişkisi kuvvetli olan kişi ise yalnızlıktan sıkılmaz, hatta ara sıra kendisiyle baş başa kalmak ister. İlkine iç dünyasıyla baş başa kalmak ıstırap verirken, ikincisine zevk verir.
Farz edin ki doğru bildiğinizi söyler ve yaparsanız arkadaşlarınızı kaybedeceksiniz. Kendiyle ilişkisine önem veren sağlıklı kişi, arkadaşlarını kaybetmekten hoşlanmaz, fakat kendisine olan saygısı her şeyden önemlidir. Bu nedenle, doğru bildiğini söyler ve öyle davranır. Yalnız kalmaktan korkan ise, arkadaşlarının istediği yönde davranır.
Ana babalar bazen farkında olmadan utandırıcı mesajlar verebilirler. Örneğin, iyi not aldığı, sorulan soruları bildiği için çocuklarını öven, başkalarının yanında çocuğu için ‘ne kadar akıllı’ diyerek söz eden ana baba, hiç farkında olmadan, ‘bir sorunun cevabını bilmiyorsan çeneni kapa, bilmemek aptallık demek oluyor’ mesajını da vermiş olur. Ana baba soruların yanıtlarını bildiğinde çocuklarını övmesin mi, ‘Aferin oğluma, kızıma’ demesin mi? Böyle demezlerse, çocuklarını öğrenmeye nasıl teşvik edecekler? Anneniz ya da babanız sizi gayret gösterdiğiniz için, çalışmaktan zevk aldığınız için, öğrenmeyi ve bilmeyi merak ettiğiniz için övselerdi, süreçle ilgili olarak ödüllendirmiş olurlardı, iyi not almak, elinizde olan iç koşulları içerdiği gibi, başkasının vereceği bir kararı ve başka dış koşulları da içerir. Bu dış koşulların denetimi elinizde değil. Sınavın yapıldığı gün başınız ağrıyor olabilir. Sınıfta çok gürültü olabilir. Kaleminizin ucu kırılabilir. Öğretmen yazdığınız ya da söylediğiniz şeyi, sizin söylemek istediğinizden farklı anlayabilir. Aldığınız notlardan ya da sınıfın birincisi olmanızdan dolayı övülüyorsanız, iyi not alamamaktan korkmanız doğal çünkü iyi not almak yüzde yüz sizin denetiminiz altında değil.
Anneniz ya da babanız sizi gayret gösterdiğiniz için, çalışmaktan zevk aldığınız için, öğrenmeyi ve bilmeyi merak ettiğiniz için övselerdi, süreçle ilgili olarak ödüllendirmiş olurlardı. Gayret göstermek, çalışmaktan zevk almak ve öğrenmeyi ve bilmeyi merak etmek, sizin denetiminiz altında olan süreçler. Bu süreçlerde başarılı olunca, eninde sonunda bilgi size gelir. Sürece önem veren eğitim, bazı günler, haftalar, hatta aylar çocuk iyi notlar almasa da uzun sürede en iyi sonuçları mutlaka alır.
Sağlıklı ilişkide çatışma olur. Eşler arasında çatışma olmayan sağlıklı aile yoktur. Çatışma olmayan ailede, büyük bir olasılıkla, kişiler birbirine gerçekte olduğu gibi görünmeyerek, sosyal maskeler takarak etkileşimde bulunuyordur. Maskeler takarak birbirleriyle iletişim kuran aile sağlıklı değildir. Uzun süreli ilişkilerde çatışma doğal olarak ortaya çıkar. Önemli olan çatışmanın çıkmasını önlemek değil, çatışma çıktığı zaman nasıl konuşulacağını bilmektir. Aralarında çıkan çatışmayı, birbirlerini kırmadan çözebilme becerisini gösteren çiftler, sağlıklı bir aile kurarlar.
Gelişmiş olgun insan olma ya da yetişkin çocuk olarak büyüme büyük ölçüde aileye bağlı bir olaydır. Aile yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır.
Bahtım güzel olmamış diye yakınacağına, düşünerek kendi yaşamını kendi denetimin altına alman gerekir. Kızımın kendi güzel olacağına, bahtı güzel olsun diye bir şey yoktur. Çocukların bahtının güzel ya da çirkin olmasını anne ve babalar etkiler, biçimlendirir. Gübresini, suyunu, güneşini iyi alan bir çiçekle, suyunu ve güneşini iyi alamamış bir çiçek arasındaki farkı hemen görebilirsiniz. Biri gür olur, canlı olur. Öbürü cılız kalır. Bir bitkinin suya, toprağa ve güneşe gereksinmesi olduğu gibi, çocuğun da doğumundan itibaren karşılanması gereken temel psikolojik gereksinmeleri vardır. Çocuğun bu gereksinmelerini iyi karşılayan ana baba, çiçeğin gübresini, suyunu veren kişiye benzer. Çocuğun gereksinimleri karşılanırsa sağlıklı, güleryüzlü biri olarak yetişir. Çocuğun kucaklanmaya, tutulmaya, dokunulmaya ihtiyacı vardır. Dokunmanın yanı sıra çocuğun başka ihtiyaçları da vardır. Örneğin, çocuğun güven duyma gereksinimi. Yani çocuğun, ‘Beni koruyacak biri var’ duygusu. Çocuktan daha kuvvetli biri gelip onu dövebilir, ezebilir, öldürebilir. Çocuk sezgisel olarak bunu bilir ve kaygı duyar. Eğer çocuk, ‘Annem, babam kuvvetli, beni tehlikelere karşı korur’ duygusunu taşıyorsa, o zaman güven içindedir ve kaygı duymaz.
Çocuğun bir yapıya, bir düzene de gereksinimi vardır. Ailede herkes karmakarışık bir biçimde yaşıyorsa, herkes aklına eseni yapıyorsa çocuk bu düzensizlik içinde şaşırır, neyin iyi, neyin kötü olduğunu anlayamaz. Farz edelim ki bir baba ya da anne, aklı estiği zaman çocuğu dövüyor, canı çektiği zaman seviyor. Çocuk bu durumda iyi bir karakter geliştiremez, şaşkın biri olarak yetişir. Çocuk niçin cezalandığını bilmek ister. Örneğin, anne, çocuğu bir gün ‘ellerin kirli’ diye dövüyor; ertesi gün, çocuk kirli ellerini yıkarken bu kez, ‘suyu israf ediyorsun’ diye dövüyor olsun. Burada bir düzensizlik var. Bu durumda çocuk şaşkına döner; sağlıklı bir karakter oluşturamaz.
Çocuğun gereksinmelerinden biri de sosyalleşmedir. Çocuğun toplum hayatına uyumuna sosyalleşme denir. Yani, ailesi çocuğu topluma hazırlamalı. İnsanlarla nasıl konuşulur, kızınca ne yapılır, arkadaşlarıyla arasında sorun çıktığı zaman bu sorun nasıl çözülür, ana baba çocuğa bunları öğretmeli.
Çocuğun bir başka gereksinmesi de onun uyarılma ihtiyacıdır. Çocuk oyun yoluyla, dünyasına giren acı, hüzün, neşe, korku veren olaylarla uyarılmak ister. Yani oyun çocuğun önemli gereksinimlerinden biri. Oyun çocuğun hayatında çok önemlidir. Çocuğun oyun oynaması önlenirse o insan sağlıklı gelişemez.
Sözünü edeceğim bir gereksinme daha var. Çocuğun kendini değerli görme gereksinimi. Ana baba, çocuğun söylediklerini ciddiye alarak, onun isteklerini dinleyip onunla konuşarak, cezalandırdıkları zaman niçin cezalandırdıklarını açıklayarak, çocuğun yeteneklerini takdir ve teşvik ederek çocuğa, ‘sen değerlisin’ mesajını verirler.
Bu gereksinmeler karşılanmadığı zaman çocuğa, ‘Sen ve senin gereksinmelerin önemli değil; senin var ya da yok olmanın önemi yok’ mesajı verilmiş olur. Bu mesajlar birbiri peşi sıra küçücük bebeğe verilmeye başlanınca, çocukta, ‘bu dünyada beni koruyacak, güvenebileceğim kimse yok’ kanısı oluşur. Çocuk doğuştan getirdiği bu doğal gereksinmelerinin karşılanmayışını, ‘Benim anam babam, henüz olgun ana baba düzeyine gelmemişler, ne yaptıklarının farkında bile değiller’ biçiminde yorumlayamaz. O küçücük haliyle, kendisinin ne kadar aciz olduğunu, ana babasının ne kadar büyük ve kudretli olduğunu bilir ve ‘bende bir bozukluk olmalı, sevilmeye, kucaklanmaya layık değilim, değersizim’ diye düşünür. Yani çocuk kendini suçlar, kabahati kendinde bulur. Bu yüzden gereksinmesi karşılanmamış çocukta kişilik çarpıklıkları oluşur ve bu çarpıklıklar onun davranışlarında kendini gösterir. Yani bir insanın davranışına bakarak, çocukken onun gereksinmelerinin karşılanıp karşılanmadığını anlayabiliriz.
‘Bende bir bozukluk var’ diye düşünen çocuk, kendinden utanır. Utanca boğularak yetiştirilen kişiler ne kendilerini, ne de başkalarını olduğu gibi kabul ederler. İnsanlarla ilişkilerinde sürekli ve değişmeyen bazı olumsuz karakter özellikleri gösterirler. Olumsuz karakter özelliklerinin en başta geleni mükemmeliyetçiliktir. Mükemmeliyetçi olanların, ne kendilerinde, ne başkalarında hiçbir kusura tahammülleri yoktur. Hiçbir zaman tatmin olmazlar; her şeyde mutlaka bir kusur bulurlar. Küçükken iyi bir çocukluk geçirmeyen insanların bir diğer özelliği de sürekli öfkeli, asık suratlı olmalarıdır. Kendilerine güvenleri olmadığı için başkalarının onlara yaklaşmasını pek istemezler; öfkeyle, asık suratla, kişileri kendilerinden uzak tutarlar. Çevrene şöyle bir bak, kaç tane güler yüzlü insan görürsün?
Çocuklukları sağlıklı geçmemiş insanların bir başka özelliği de sürekli eleştirici olmalarıdır. Bu kimseler çocukluklarından getirmiş oldukları utanç duygularını eleştirme ve suçlama yoluyla kendi çocuklarına aktarırlar. Eleştirme ve suçlama ana babada nasıl bir tutku halindeyse, bir süre sonra çocukta da bir alışkanlık haline gelir. Bir diğer özellik aşağı görme, hor görmedir. Aşağı görülerek büyüyen ve kendi özbenliğinden utanan çocuk, diğerlerini aşağı görerek kendi utancını saklamaya çalışır. Başkalarını hor görmek ve aşağılamak onun karakterinin bir parçası haline gelebilir. Bir başka özellik herkese, her yerde, her zaman hoş görünme ve hoş davranmadır. Bu kişiler, hoş davranmayı bir zırh olarak kullanırlar. Böylece sahte bir dostluk ve yakınlık havası yaratarak, kimsenin kendilerini üzecek dürüstçe bir söz söylemesine izin vermezler, ilişki içinde bulundukları kişilere de gelişme fırsatı vermezler. Son olarak bahsedeceğim bir özellik, haset ve kıskanmadır. Başkalarının başarısı, kişiliği, malı, arkadaşlığı, eşi onların kendi iç boşluklarını hatırlatacak bir nitelik taşıyorsa, derin bir haset içinde kıvranırlar.
Doğan Cüceloğlu’nun Yetişkin Çocuklar isimli kitabından altını çizdiğim cümleleri paylaştım sizlerle.
Rahmet ve sevgiyle…
Derleyen: Nilay Gündüz
Views: 155