Aşılar, son 300 yıl içinde yapılmış ve hepimizin yaşam kalitesini yükseltmiş, çocuk ölüm oranlarını

tüm dünyada azaltarak ortalama yaşam beklentisini artırmış en önemli tıbbi buluşlardan biri.

Çok değil, bundan iki nesil geriye gidip anneannelerimize anılarını sorduğumuzda o dönemlerde

yaşamış hemen her annenin ya kendi çocuğu ya da ailesinden birini bugün aşı ile önleyebildiğimiz

bulaşıcı hastalıklardan biri nedeniyle kaybettiğini öğreniyoruz. Sapasağlam çocukların çocuk felcine

yakalanıp ömür boyu sakat kaldığı, ateşlenip ölen  küçük bebeklerin erken yaşta toprağa verildiği

geçmiş o kadar da uzak değil.

Ancak, son yıllarda aşıların bu denli başarılı olmasının bir de beklenmedik etkisini  gözlemliyoruz.

Artarda güvenliği kanıtlanan ve aşılama programlarına dahil edilen çocukluk çağı aşıları sayesinde

eskiden etrafımızı saran hastalıkları bugün neredeyse unuttuk,  bu hastalıkların ciddi komplikasyonlarını

görmedikçe de hafife alır hale geldik. Bu unutkanlık, sadece Türkiye’yi değil, tüm dünyayı da

içine alan anti-entelektüelizm akımı ve yaygınlaşan komplo teorilerine inanma meyli ile birleşince

uzun vadede sonuçları ölümcül olacak aşı karşıtlığı hareketine neden oluyor.

Medyatik olmak için sansasyonel söylemlerle TV ekranı ve gazetelerde boy gösteren korku

tüccarlarının sayısının artması ile daha önce aşı karşıtı olmadığı halde kafalarına asılsız soru işareti

sokulan anne baba sayısı gün geçtikçe artıyor.  İnternet ortamındaki kalitesiz ve yalan yanlış bilgilere

maruz kalan bu kafası karışık anne babalar komplo teorisi yayan bu sitelerdeki eksik, hatalı hatta

bazen düpedüz yalan bilgilerle aşılara düşman oluyorlar ve çocuklarını, hatta toplum sağlığını

bilmeden riske atıyorlar. Hepimiz her gün gitgide artan sayıda anne babanın çocuklarını aşılatmaya

çekindiğini görüyoruz.

Aşı karşıtlığı hareketi, Türkiye’de birkaç farklı koldan ilerliyor. Bunların ilki çok eskiden beri özellikle

kırsal kesimde yaygın olan batı kaynaklı tıp ve tıbbi girişimlere şüpheyle bakmaktan kaynaklanan

inançlar.  Aşı karşıtlığının daha yeni bir biçimi ise, Avrupa ve ABD’de yükselen aşı karşıtı hareketin

ithal edilmesi sonucunda yakın zamanda ortaya çıktı. Bu ithal kaynaklardan gelen iddialar, doğallığa

yönelme odaklı anne grupları tarafından birebir kopyalanarak hızla yayılmakta. TV ve gazetelere asılsız

bilgilerle sorumsuz demeçler veren medyatik doktorlar bu iki grup arasında köprü kuruyorlar, bu şekilde

komplo teorileri iyice dallanıp budaklanıyor.

Temel olarak baktığımız zaman, aşı karşıtı argümanların birkaç ana grupta toplandığını görebiliriz.

Bu yazı dizimizde bu  gruplara giren sık karşılaştığımız iddiaları kanıtları ile birlikte irdeleyeceğiz.

  1. Aşıların lüzum ve etkinliğini sorgulayan iddialar

Aşı karşıtlarının öne sürdüğü iddiaların başında, bulaşıcı çocuk hastalıklarının aslında medya ve tıp

otoritelerinin iddia ettiği kadar kötü ve tehlikeli olmadığı, çoğu çocuğun bu hastalıkları geçirdiği ve

bir sorun yaşamadığı geliyor. Gene bununla ilintili olarak aşıların aslında bu hastalıklara karşı

koruma sağlamadığı iddiası da sıklıkla karşımıza çıkıyor. Bunlarla kısmen bağlantılı bir diğer iddia da

net aşı karşıtı gibi görünmese de mevcut aşılama takvimini sorgulayan ve çocukların çok erken

zamanda çok fazla aşıya maruz kaldığı ve bunun hem gereksiz hem de çocuklara zararlı olduğu iddiası.

“Bulaşıcı hastalıkların çoğu ölümcül değil, aşılar gereksiz.”

Aşı karşıtları bulaşıcı hastalıkları normal çocukluk sürecinin bir parçası olarak görüyorlar. Onlara

göre çocukların aşılanmasındansa bu hastalıkları geçirip yenmeleri daha ‘doğal’. Bu inanç çerçevesinde

‘suçiçeği’, ‘kızamık’ vs. partileri düzenliyor, hasta çocuklar izole etmek yerine bilerek ve isteyerek

sağlıklı çocuklarla bir araya getiriyorlar.

Bulaşıcı hastalıkların tehlikesiz olduğu sanrısı bizi yanıltan zayıf hafızamızın bir ürünü. Bu

hastalıkların ciddi ve ölümcül komplikasyonlarını görmüyor olmamızı başarılı aşı kampanyalarına

borçluyuz.

Bugün, kızamık geçiren çocukların %20’sinde kızamık komplikasyonları hastaneye yatmayı

gerektirecek kadar ciddi seyredebiliyor.  Hastaların %6’sında zatürre, her 1500 çocuktan 1’inde

ise ansefalit (akut beyin enfeksiyonu) gelişiyor. Kızamık ölüm oranı hala 1000 kişide bir.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kızamık aşısın yapılmadığında yılda 2,7 Milyon çocuğun kızamık

komplikasyonları nedeniyle öleceğini öngörüyor. 

Kabakulak, aşılama programlarına dahil olmadan önce yılda yarım milyon çocuğun ölümüne

neden olurken bu sayı bugün 80 bin civarında.

“Aşılar bulaşıcı hastalıklara karşı koruma sağlamıyor.”

Aşı karşıtlarının en sık kullandığı bu iddianın aslı sadece birkaç dakikalık bir Google araması ile

çürütülebiliyor olmasına rağmen kafası karışmış ebeveynlerden en sık duyduğumuz endişelerden biri.

Bunun nedenlerinin en başında aşı karşıtı yayın yapan web sitelerinin kullandığı dilin tıbbi

makalelere göre daha yalın olması, daha çok okuyucu çekmesi ve Google aramalarında daha üstlere

çıkması yatıyor. Bu nedenle doğru bilginin yalın bir dille, anlaşılır şekilde anlatıldığı kaynaklar

yaratmak önemli.

Ekteki tabloda, muhtelif hastalıklar için aşı öncesi yıllık morbidite rakamları (hastalığa tutulan kişi

sayısı) ve aşılama sonrası ortama yıllık vaka sayıları karşılaştırılmalı olarak gösterilmiş durumda.

Muhtelif hastalıklar için aşı öncesi yıllık morbidite (hastalığa tutulan kişi) sayısı ve aşılama sonrası

ortama yıllık vaka sayıları:

Kimi aşı karşıtı sitelerde bu rakamların düşmesinde aşılardan çok iyileşen ve gelişen tıbbi bakım,

antibiyotiklerin keşfi, hijyen kavramının gelişmesi ve düzelen sosyoekonomik statü gibi gerekçeler

gösteriliyor. Bunların toplum sağlığı için çok önemli gelişmeler olduğu yadsınamaz ancak çoğu,

hastalığın görülme sıklığını azaltmaktan ziyade hastalanan kişilerin daha çabuk iyileşmesini

sağlayacak, ya da ilave komplikasyonları engelleyecek değişiklikler.

Buna karşılık aşıların uygulamaya alındığı yılları takiben bu hastalıkların görülme sıklığında çok ciddi 

azalmalar gözlemliyoruz.7 Benzer şekilde aşılama oranları düştüğünde de neredeyse ortadan kalkmış

olan bulaşıcı hastalıklar acımasız bir şekilde geri geliyorlar.

Tycho projesine ait bu grafikte, 1930’dan beri ABD eyaletlerinde görülen kızamık vaka sayıları

ve bu rakamların rutin kızamık aşısını takiben nasıl değiştiği net olarak görülüyor:

Örneğin, özellikle küçük bebeklerde ölümcül seyredebilen boğmaca hastalığına yönelik aşı 1940’larda

geliştirildi. Bu tarihten önce ABD’de her yıl ortalama 200 bin boğmaca vakası görülüyor, bunların

9 bin kadarı ölümle sonuçlanıyordu. Aşının rutin uygulanmaya başlamasının  ardından bu sayı

200 binden yılda 2 bin hasta seviyesine çekilmişti. Ne yazık ki son yıllarda artan aşı karşıtlığı

sayesinde bu rakam on kat artarak yılda 20 bin vakaya ulaştı. 2010 yılında, aşı karşıtı hareketin

yaygın olduğu ABD California eyaletinde son 70 yılın en büyük boğmaca salgını oldu. 9.143 kişi

boğmacaya yakalandı, bu vakalardan çoğu bebek olan 10 tanesi ölümle sonuçlandı.

ABD’de görülen boğmaca vakalarının aşının rutin uygulamaya başlamasıyla ne kadar çarpıcı bir

şekilde azaldığı ortada. Benzer şekilde, aşı karşıtı hareketin popülerliği ile vaka sayılarında artış

olduğunu da çok net görebiliyoruz:

“Çocuk benim çocuğum değil mi, ister aşılatır ister aşılatmam.”

Aşılanmak başta bireysel bir karar gibi görülse de toplum bağışıklığına olan etkileri nedeniyle

hepimizi etkiliyor.

Bir toplumda herhangi bir salgının önünü kesmek için toplum bağışıklık eşiğine ulaşmak gerekiyor.

Ancak bu şekilde herhangi bir salgının kişiden kişiye atlayarak aşılanması mümkün olmayan

kişilerin hastalanmalarını önleyebiliriz.

Sürü bağışıklığı nasıl çalışır?

Bağışıklık sistemi yetmezliği olanlar, kanser tedavisi görenler, organ nakli hastaları, çok yaşlılar,

hamileler, çok küçük bebekler gibi aşılanamayan riskli popülasyonları olası bir salgında korumak

için gereken toplum bağışıklığı eşikleri %80-95 arasında değişiyor. Aşılama oranları bu rakamların

altına düştüğünde o toplumda salgınlar baş göstermeye başlıyor. Özetle, çocuğunuzu aşılatmama

kararı sadece sizin çocuğunuz için değil, toplumdaki birçok farklı insan grubu için de sağlık

tehdidi oluşturuyor.

Başlıca bulaşıcı hastalıklar için toplum bağışıklık eşiği. Tablodaki Ro değeri, her bir hastalanan

kişinin, kaç kişiyi hasta edebildiğini (hastalık etkeninin bulaşıcılığını) gösteriyor. Örneğin her bir

difteri hastası, 7 kişiyi daha hasta ediyorken, boğmaca için bu sayı 17 kişi. Toplum bağışıklık eşiği ise,

bu hastalıkların yayılmasına mani olmak için toplumun ne kadarının aşılanması gerektiği.

Toplum bağışıklığı konusu bir kenara, anne baba olmak insanın çocuğuna her istediğini yapacağı,

yapabileceği anlamına gelmiyor. Her anne baba çocuğuna bakmak, korumak, gözetmek, onu bedensel

ve ruhsal olarak hırpalamamak ve sağlığını gözetmekle yasal olarak da yükümlü ve bunları yerine

getirmediğinde çocuk istismarı yapmış kabul ediliyor. Benzer şekilde hem çocuklarının hem de

toplumun önlenebilir bulaşıcı hastalıklardan korunmasını sağlamak da ebeveynliğin temel

görevlerinden biri.

Yazı dizimizin bir sonraki bölümünde aşılar içerisindeki maddelerin ve hazırlanma süreçlerinin

güvenilirliğine yönelik iddiaları inceleyeceğiz.

**Bu makale, ilk olarak Toplum ve Hekim dergisinde (Cilt 33, Sayı 3, Mayıs-Haziran 2018, sayfa 195-206) yayınlanmıştır.

www.yalansavar.org/2019/02/04/sik-rastlanan-asi-karsiti-iddialar-1-asilarin-luzum-ve-etkinligi

ADRESİNDEN ALINMIŞTIR. TEŞEKKÜRLER IŞIL ARICAN.

 

Views: 92